MÜJDE IŞIL- Kıvanç Sezer’in yazıp yönettiği “8X8” vizyonda. Geçen sene iptal edilen Antalya Film Festivali’nin ardından prömiyerini bu sene İstanbul Film Festivali’nde yapan yapım, bir evdeki üç kişinin izolasyon ve sıkışmışlığı üzerine kuruyor hikâyesini. Filmin detaylarını Sezer’e sorduk.
“Babamın Kanatları” ve “Küçük Şeyler”den sonra “8X8” üçüncü sinema filminiz. “8X8” nerede duruyor ve filmin temelleri nasıl atıldı?
Biraz uzak bir yerde tek başına duruyor. Tıpkı hikâyedeki ev gibi, tıpkı pandemide çoğumuzun olduğu gibi. Film yaparken mümkün mertebe bir durumun, bir duygunun peşinden koşuyorum. Burada da o izolasyon hissinin, gitmek isteyip de gidememek hissinin peşinden gittim ve yol beni “8×8”e çıkardı.
Arzuların bastırılması, hayat coşkusunun, yaşam sevincinin elinden alındığı bir kuşaktan ve giderek bir ülkeden bahsediyoruz. Burası işte tam da bu üç insanın aynı evde sıkışması gibi bizi sıkıştıran bir ülke ve bir şekilde bireysel çözümler üretmeye çalışıyoruz. Birbirimize tutunmaya çalışıyoruz. Tüm bu durumlar hikâyeyi kurarken zihnimin bir yerinde tıkırdadı durdu.
Tek mekânda geçen bu diyalog ağırlıklı filmde teatrallik riski için ne düşündünüz?
Teatralliğe düşmemek için bir yol izlemedim. Filmin içinde barındırdığı teatral unsurları kabul edip onları da filmin evreninin bir parçası kılmaya çalıştım. Oyunculukları doğal bir üslupla, mekânı ve filmin yürüyüşünü de o teatralliği de kapsayacak şekilde kullanmaya çalıştım. Üç kişinin arasında yaşanan, konuşulan ve konuşulmayanlar üzerinden derdini anlatmaya çalışan bir film ve bunun oldukça keyifli tarafları da var.
Üçlünün tahmin oyunu oynadığı bölümde gerilim zirve yapıyor. Karakterlerdeki tezatlıkları kurarken öncelikleriniz nelerdi?
Tahmin oyunu filmin bir nevi tepe noktası ve aslında karakterlerle ilgili birçok şeyi de ele verdiğimiz bir bölüm. Gerilim açısından da öyle. Sarp’ın ne istediği belli ama Eda ve Can ikilemler içinde. Birisi geleceğini, ilişkisini ne yapacağını bilmiyor, diğeri ise derin bir depresyon içinde. Ve hep bir “öteki”ye bakma, ötekinden umut etme hâlindeler. Tüm tezatlıklar da buradan çıkıyor. Ötekiyle kurduğumuz, kurmayı umut ettiğimiz ilişki bizi belli ölçüde tarif ediyor.
‘Hikâye sineması yapmak gayretindeyim’
Can karakterinin bu eve gelenler ve gelecek olanlar için uhrevi bir görevi olduğunu söylemek mümkün mü?
Uhrevi bir görev gibi düşünmedim. Biraz rastlantı, biraz ani verilmiş bir kararla istemeden dahil oluyor Can, bu ikilinin hayatına. O yüzden de yeni ve beklenmedik bir durum hepsi açısından. Sarp ve Eda’yla tanıştıktan sonra küçük de olsa bir değişim oluyor Can’da. Yaşamaya dair, üretmeye dair ve fener balığına dair. Ya da ben öyle hayal ediyorum.
Filmde Ece Yüksel, Halil Babür ve Alican Yücesoy’u bir araya getirdiniz. Güçlü oyuncu kadrosuyla çalışmak bir yapımın, yönetmen sinemasından ziyade oyuncu filmi olarak algılanma riskini artırıyor mu?
Kesinlikle artırmıyor. Ben hikâye sineması yapmak gayretindeyim. Öyle olmasaydı bile böyle bir risk oluşmazdı. Tam tersine iyi oyuncularla çalışmak benim filmde kurduğum, kurmaya çalıştığım evreni güçlendiren zenginleştiren bir deneyim. Oyuncular özel insanlar. Özellikle sezgileri, varoluşları ve icra kapasiteleriyle filmleri yukarı taşıyan insanlar. O yüzden ben de hep iyi oyuncularla çalışmaya gayret ediyorum.
Bir yanıt bırakın